Kısayollar:

17 Eylül 2013 Salı

Zeynep Cemali Öykü Yarışması 2013

Galiba blogu artık haberler için kullanacağım :D Şimdi bir bomba geliyor: Zeynep Cemali Öykü Yarışması sonuçları açıklandı veeee, ben dereceye giremedim.
Ama bugün bir mail geldi. Proje başkanı der ki;


".....Yarışmada ödül alan öyküler, Zeynep Cemali Öykü Yarışması 2013 Ödüllü Öyküler Kitapçığı’nda yayımlanıyor. Bu yıl kitapçıkta, ödül alan üç öykü dışında, seçici kurulun yayımlanmaya değer bulduğu üç öyküye daha “okumalık” bölümünde yer veriliyor. Bu öykülerden biri de seninki. Yaşamında edebiyatın, öykünün yerinin hiç eksilmemesini, yazmaktan ve okumaktan vazgeçmemeni diliyor, seni yürekten kutluyoruz....."


Yeni projelere adım adım! ;)

6 Temmuz 2013 Cumartesi

Gonca Dergisi'nde Tanıdık Bir Hikaye ^^

Sonunda dergiyi aldım vee işte karşınızda hikayenin ilk sayfası :) Biraz kısa ama alıp okuyunca seveceğinize eminim :) Bana bu işin başından beri yardımcı olan Murat Kaya'ya sonsuz teşekkürler <3

Gezi Günlüğü :)

21 Haziran Cuma, 02:07

Şu an Çanakkale Lapseki feribottayız. Normalde yazmaya sabah başlayacaktım ama unuttum, otobüste de yazamadım. Hava epeyice rüzgarlı. Boğazdan Edirne'ye geçecekmişiz. Oradan da Yunanistan'a :) Otobüs, konuşmalardan dolayı çok gürültülüydü. Yani pek eğlenceli geçti diyemem. Ama uyuklarken duyduğum birkaç iğrenç espriyi yazayım :D
-Çerez diyorlar ama 'çer' ezmiyorlar?
-Buse diyorlar ama bence bu 'b'.
-Adamın biri varmış ikisi yokmuş.
-Adamın biri varmış ikinci dönem düzeltmiş.
Neyse, bunları yazmaya elim varmıyor daha fazla :D Yine de bunları duydukça gülmemek için zor tuttum kendimi :D
Sonra yine yazarım :)


21 Haziran Cuma, 04:41

İpsala Türk-Yunan sınır kapısındayız. Neden bekliyoruz bilmiyorum. Sanırım kontrol yapılıyor. 1 saattir otobüsteki herkes uyuyordu ama sınır kapısına gelince hocalar uyandırdı ve gürültü geri başladı :P
Gelirken alacakaranlık vardı. O yüzden uzaktaki ışıklar çok güzel görünüyordu. Onları seyrede seyrede bir süre sonra ben de uyumuşum zaten :))
Hâlâ bekliyoruz. Hasan geçen sene de çok beklediklerini söyledi. Umarım yine öyle bir şey olmaz :S
Gün doğuyor. (İlk defa gündoğumu göreceğim <3)
Yunanistan'da görüşürüz ;)


21 Haziran Cuma, 09:52

Yunanistan'dayız :) Beklemelerle vs. yol biraz daha uzun sürdü, ben de çoğunlukla uyumayı tercih ettim ve bu yüzden şu an salak gibiyim :D Sınırdan yola çıktığımızda hava çok serindi ama pişiyorum şimdi :P Kahvaltı yapmak için durduk.Turist olmak garip bir şey :))  Arkamızdaki adam bize Yunanca bir şeyler söyledi. Sonradan öğrendik ki, bize masaları birleştirme konusunda laf söylemiş ve hatta gidip garsona şikayet etmiş. Türklerden bu kadar da nefret etmeyin yahu!


21 Haziran Cuma, 17:05

Yol boyunca tarlalar ve bolca yeşillik vardı :) Şehir içine vardığımızda çok mutlu olduğumu söylemem. Selanik çok sıkıcı bir yermiş. 
Önce Atatürk'ün evine gittik ama sadece dışarıdan görebildik çünkü bizi evin içine sokmadılar. Biraz fotoğraf çektik ve İzmir Kordon'a benzeyen sahilde oturduk. Kıyıya çok yakın bir yerde Beyaz Kale diye tarihi bir yapı var. Orası önceden Türklere aitmiş ve önce gözetleme kulesi, daha sonra da zindan olarak kullanılmış. Şimdi ise üzerinde Yunan bayrağı dalgalanıyor. Açıkçası bu biraz sinir bozucu bir şey.
Sahilde daha fazla oyalanmadan buzdolabı magnetlerimizi aldık (koleksiyon yapıyorum da :D) ve bir alış-veriş merkezine gittik. Orada biraz tur attık ama pek bir şey almamaya özen gösterdik çünkü her şey çok pahalı :P Bir köşede yemeğimizi yedik ve ben de o sırada şifresiz bir internet buldum :D 
Gece 00:00'da gemiye binmek üzere limana doğru yola çıkıyoruz. Gemide kamara arkadaşlarımız Birdal ve annesi olacakmış :)


22 Haziran Cumartesi, 01:37

Yol çok sıkıcıydı. Anlatmaya değer tek şey çok konuşan birkaç kişinin uyuması ve oluşan büyük sessizlik.
Limana vardığımızda hava kararmıştı. Çantalarımızı yüklendik (oldukça ağırlardı) ve otobüsten indik. Nebiye teyze ayakkabı-terlik torbasını kaybetmiş, bir süre onu bekledik. Biletlerimiz dağıtıldıktan sonra içeri girdik. İçeride de biraz bekledikten sonra bu sefer limana çıkıp, bineceğimiz geminin gelmesini bekledik. (Ömrümüz beklemekle geçiyor.) 
Gemiye binip de kamaralarımıza ulaşınca büyük hüsrana uğradık çünkü kamara küçücüktü. 2 ranza, 1 tuvalet masası, 1 komidin, 1 gardırop, tuvalet+banyo ve 4 tane insanın 4 metrekarelik alana sığdırıldığını düşün. Sonuç: Aşırı klostrofobik ortam! Neyse, yine de oda odadır değil mi? Biz dinlenmemize bakalım.
Güverteye çıkınca da ikinci bir hüsrana uğradık çünkü havuz adı verilen şey de küçüktü. Zaten hava rüzgarlı olduğu için doldurmadılar. 
Odalarımıza geri dönüp elimizden geldiğince duş almaya çalıştık, bir şeyler atıştırdık ve ben yine ilacımı içmeyi unuttum. 
Artık dinlenmem gerek, iyi geceler.


22 Haziran Cumartesi, 12:30

Güzel bir yatakta sessiz bir uyku gibisi yokmuş :D
Kalktık, saatlerimizi ayarlamaya çalıştık, kahvaltı hazırladık, güverteye çıkıp kahvaltımızı yaptık ve şimdi yeniden odamızdayız :)
Güvertede biraz etrafı seyrettik. Daha doğrusu sadece deniz ve ufuk vardı :D
Varmamıza 5 saat kadar bir şey kalmış sanırım. En iyisi biraz kitap okumak :)
İtalya'da görüşürüz ;)


23 Haziran Pazar, 10:20

İtalya'dan ayrılıyoruz. Hasan gıcığı günlüğüne beni de yaz dedi. Adını yazmakla ondan bahsetmiş oldum :D Hah! Sen bana gıcık demiştin değil mi? Al bakalım.
Roma'dan başlayayım. Orasını en iyi şekilde tanımlamak için, buram buram tarih kokuyor demek yeterli gelir bence. Çünkü adım attığınız taş bile tarih, nereye baksanız tarih.. Orada yaklaşık 5 saat yürüdük. (Otobüslerin girmesi yasak.) Bol bol fotoğraf çektim. Vatikan'ı, tarihi binaları, heykelleri, Dört Mevsim Çeşmesi ve Âşıklar Çeşmesi'ni, Collesium'u, hala devam eden kazı çalışması alanlarını ve çıkarılan yapıları vs. gördük. Gece bile gerçekten muhteşemdi <3 Ama dükkanlar kapalı olduğu için magnet alamadık.
Pisa'da normal olarak Pisa Kulesi'nin olduğu yere gittik. Orası da inanılmazdı. Pisa Kulesi'yle birlikte iki yapı daha var. Üzerlerindeki oymaları, süslemeleri, mozaikleri bir görsen âşık olursun. Pisa Kulesi önünde meşhur pozu verdik :D Yine bolca fotoğraf çektik :) Muazzez teyzelerle yemek yedik, alış-veriş yaptık ve oradan yaklaşık 1,5 saat yolculuk yaparak Floransa'ya vardık :)
Floransa'da otel yerine şirin bir kamp alanında kaldık :) Kamp alanı dediğime bakma. Tuvalet, şarj imkanı vs. vardı yani :D Altı üstü bir gece kalacağız zaten.
Floransa'nın Mickelangelo'su (Yiğit abi sayesinde yazılışını asla unutmayacağım :D) meşhurmuş. Adamın her yerde tarihi çıplak heykellerini görmek mümkün :D Sonra etrafta bol bol mağaza ve restorant olan, çarşı gibi sokaklara indik :) Meşhur İtalyan pizza ve spagettisini yemek üzere bir lokantaya girdik, meşhur olmayı hak eden bir lezzetti ;) Yemekten sonra da dondurma aldık. Dev gibi dondurmalar hemen eriyince üstümüz başımız battı tabii :)) Adını unuttuğum büyük tarihi yapı önünde (çok güzel bir meydandı) grup toplandı. Kamp alanına doğru dönüşe geçtik. Sonunda telefon ve tableti şarj ettim :D Kamp alanının kafesinde biraz vakit geçirdikten sonra şimdi çadırımsı odamızdayız :))
Her neyse, artık yatmalıyım :) Fransa'da görüşürüz ;D


24 Haziran Pazartesi, 00:00

Fransa Cannes'da bir sahildeyiz :) Alper şu an yazdıklarımı okuyor :D
Cannes çok büyük değil ama aşırı lüks bir yer. 35.000€'ya ayakkabı bulmak mümkün. Öncelikle Cannes Film Festivali'nin yapıldığı binaya gittik ve kırmızı halıda fotoğraf çektik :) Yerde eski ünlülere ait el izleri vardı :) Sonra cadde boyunca yürüdük ve dünyanın en pahalı otellerini, arabalarını, mağazalarını gördük. Cannes'ın arka sokaklarını da gezdikten sonra zar zor bir Mc Donald's bulabildik ve karnımızı doyurduk :)) Hamburgerin gözünü seveyim <3 (Gözü yok ama :PP) Ben internete girmeye çalışırken Eralp de Mc Donald's'ın tuvaletine taktı ve gelen herkese tuvaletin şifresini girip kapıyı açtı :D
Şu an sahilde manyak gibi kum kazan arkadaşlarımı izliyorum :D Otobüse binip yola çıkmamıza az kaldı. (Kıyafet değiştirir gibi şehir değiştiriyoruz :P)
İspanya'da görüşürüz :))


27 Haziran Perşembe, 23:35

İspanya'da üçüncü günümüz bitmek üzere. O kadar yoğun ve yorgundum ki yazacak fırsat bulamadım.
İlk gün serbesttik. Millet otelin havuzuna hücum etti. Biz de (annem-ben-Alper) denizi tercih ettik. Deniz epeyi derindi ama çok güzeldi :) Denizden çıkınca güvercinleri gofret ve kraker kırıntılarıyla besledik, Alper taklit yaptı, kısacası bol bol gülüp eğlendik :)) Sonunda güzel bir banyo yapabildim. Akşam da Yiğit abi, Remziye teyze, annem, ben küçük bir kafeye gidip çay içtik, sohbet ettik ve tabii ki internete girdik :D Kafeye varmadan önce Mr. Döner diye bir lokanta işleten Türk arkadaşla tanıştık :) Festival için geldik deyince heyecanlandı, biz de yaptıklarımızı anlattık :) Güzel bir sohbet oldu :) 
İkinci gün yine denizdeydik. Bu sefer Yiğit abiler de bize katıldı. Blanes çok şirin bir yer :)
Akşam 5'e doğru kıyafetler giyildi, makyajlar, saçlar yapıldı ve festival yerine doğru yürümeye başlandı :D 3-4 tane Türk grubu vardı. Yol boyunca marşlar söyledik, insanlar bize çok ilgi gösterdiler ve fotoğraf çektiler :) Diğer ülkelerden gelen çocuklar da çok şirindi :) Sonunda festival yerine vardık. Festival yeri dediğime bakma. Birkaç ev arasına sıkışmış küçük bir meydan, sandalyeler ve sahne. Buna ve performansımızın sonunda müzik kesilmesine rağmen bence harika bir gösteri oldu :) Bolca alkış aldık :)
Bugün de sabah erkenden kalktık ve Barcelona'ya gittik. Bitmeyen kilise La Sagrada Familia'yı, Barcelona'nın muhteşem şehir düzenini, Nou Camp'ı, heykelleri, bir AVM'yi ve garip şişik ağaçları gördük :)) Sonunda bir QuadRoller bulabildim <3
Yarın erkenden Taraggona'ya, Port Aventura adlı oyun parkına gideceğiz :) Bu yüzden artık uyumalıyım. İyi geceler :)


(Maalesef günlüğü buradan sonra devam ettirmemişim. Zaten ettiremezdim çünkü yolculuk o kadar yorucu bir hale gelmişti ki yazmaya halim kalmazdı. Sonradan yaptıklarımızı şimdi yazıyorum.)

Port Aventura inanılmaz büyük ve eğlenceli bir yerdi :) Oyuncaklarda bekleme sorunu olmasa çok daha fazla şeye binebilirdik ama olmadı. Biz de birer taze meyve suyu aldık ve Country havası verilmiş bir mekanda şu ateş etmeli, halka atmalı oyunları oynayıp iki tane oyuncak kazandık :)) Daha sonra oyun parkındaki büyük hediyelik eşya mağazasına gittik. Susam Sokağı, Betty Boop ve Woody Woodpecker gibi eski çizgi filmlerin yeniden canlandığı bir ortamdı :) Alış-verişimizi yaptık, grubun geri kalanı geldikten sonra da dönüş yoluna çıktık. 
İspanya'dan sonra tekrar Fransa'ya gittik. Bu sefer Nice ve Monaco-Monte Carlo'yu gezdik. Nice'de festivale denk gelmişiz, o yüzden mini konserler ve gösteriler vardı :) Oldukça kalabalıktı. Monte Carlo'da para dışında pek bir şey yok :D Bolca pahalı yatlar, arabalar, kıyafetler ve casinolar vardı, pek gezmedik zaten. 
Fransa'dan sonra İtalya, Venedik'e geçtik. Şunu söylemeliyim, filmlerde gösterildiği kadar muhteşem değil. Kanalları temizleyemedikleri için leş gibi kokuyor ve eski yapılara pek bakım yapılmıyor. Yine de mevcut bir tarihi güzelliği var tabii ki. Örneğin maskeler. Eskiden Venedik'te bir hastalık sonucu insanların yüzü yara bere içinde kalmış ve bakıp tanınmayacak hale gelmiş. Bu yüzden kral insanların keyfini biraz yerine getirsin diye maskeli balolar düzenlemiş. O zamandan beri Venedik'te çeşit çeşit maskeler bulunur olmuş. Hoşuma giden diğer şey ise, insanlar evlerinden çıkıp teknelerine atlıyor ve şehirde ulaşım böyle sağlanıyor. Hatta vapuretto denen toplu taşıma araçları bile var :)) Gondollara ise 5 kişi binebiliyorsunuz ve toplam fiyat 100€. 
Venedik'ten sonra ise son olarak Sırbistan, Belgrad'ı gezdik. Sırbistan'ın para birimi Dinar ve oldukça düşük bir para. 1 Euro verip 113 Dinar, 1 Türk Lirası verip 45 Dinar alıyorsunuz. Belgrad'da da yine tarihi binalar ve heykellerle karşılaştık. Eskiden yine Türklere ait olan Meydan Kalesi'ni (Kalemagdan) gezdik. Meydan Kalesi'nin olduğu bölgeyi doğal park haline getirmişler ve bu parkın uç kesiminden de Tuna Nehri'ni izliyorsunuz. Muhteşem bir ortam ve manzara var. Sokak çalgıcıları da çok Belgrad'da. Bu çalgıcılardan birisiyle tanıştım ve La Bamba çalıp söyledi :) Çok eğlenceliydi :) Belgrad'dan da birkaç hediyelik ve magnet alış-verişi yaptıktan sonra otobüse yürüdük, grup toplandıktan sonra da yola çıktık.

Bulgaristan üzerinden Çanakkale'ye geçip, yine uzun bir yolculuk sonrası İzmir'e döndüğümüzde artık yorgunluktan ölmek üzereydik :D İki hafta yolculukta bile Türk yemeklerini, havasını, suyunu öyle bir özlüyor ki insan.. Memleket gibisi yokmuş <3

                    

18 Nisan 2013 Perşembe

Yeni Bahar Dergisinde Free Var :)

Zaman gazetesinin Yeni Bahar dergisindeki çocuk ekinde -huf- Kutlu Doğum konulu yazım yayınlandı :) Okumak isteyenler derhal en yakın gazete bayisine koşsunlar ;))

2 Nisan 2013 Salı

Geç Kalan Adam

İşe yine geç kalmıştı. Patronu "Eğer bir kere daha geç kalırsan seni kovmam gerekecek." diye uyarmıştı bir de. Sabah kalkınca ev terliklerini ters giydi, yüzüne traş köpüğü yerine diş macunu sürdü, gömleğinin bütün düğmelerini ters ilikleyip ceketini ters giydi, kravatını kemer, kemerini kravat olarak bağladı, kahvaltılık gevreğine sirke döktü ve ayakkabısının tekini boyamayı unuttu ama acele etmeliydi. Hızlıca yürürken insanların ona garip garip bakmasına aldırış etmemeye çalıştı. Karşıya geçmek için durdu. Yeşil yandığında tekrar yürümeye başladı. O sırada yaşlı bir adam yolun ortasında çok kötü bir şekilde yere düştü. Hikmet saatine baktı. Acelesi vardı ama yere düşen zavallı adama yardım etmeliydi. Onca insan yerdeki adamcağızın yüzüne bakmıyor, üstüne üstlük onu ite kaka yürüyorlardı. Hikmet kalabalığı yara yara adamın yanına ulaştı. Elini uzattı "Haydi kalkın amcacığım, ezileceksiniz burada." Ama adamın kalkacak hali yoktu. Kırmızı ışığın yanmasına saniyeler kalmıştı. Orada öylece adamın kalkmasını bekleyemezdi. Kırmızı ışık yandı. Yolun kenarında kalan insanlar ikisini izlemeye başladılar. Arabalar korna çalıyorlardı. Hikmet daha fazla beklemedi ve adamı kucaklayıp karşıya geçti. Adamı kucağından indirip saatine baktı. 08:12. "Geç kaldım." Adama döndü. Ama adam ortada yoktu. O yaşlı ve yaralı bedeniyle bu kadar hızlı hareket etmesi imkansızdı. Küçük bir umutla iş yerine gitmeye karar verdi. Vardığında herkes ona bakıyordu. Yavaşça patronun ofisinin kapısına yöneldi. Kapıyı çalmasına gerek kalmadan içeriden bir "Gel." sesi duydu. Ceketini düzeltip girdi. Patron onu bekliyordu. "Saatin kaç olduğundan haberin var mı?" Hikmet saatine baktı. 08:23. "Evet efendim." Patron kaşlarını çattı "Sana dediğim şeyi hatırlıyor musun?" Gayet iyi hatırlıyordu. "Evet efendim." Müdür televizyonu açtı. "Peki bunu nasıl açıklayacaksın?" Hikmet televizyona baktı. Son dakika başlığı altında kendi görüntüleri yayınlanıyordu. Yolun ortasında durmuş, elini boşluğa uzatmış bir şekilde bekliyordu. Kırmızı ışıkta, korna sesi eşliğinde boşlukta bir şeyi kucaklamış gibi kollarını havaya kaldırıyor ve yolun kenarına yürüyordu. Haber kanalları bu olayı cin propagandası şeklinde çarpıtmışlardı. Hikmet öylece kalakaldı.

-Orada yaşlı bir adam vardı.
-Yaşlı adam vardı demek.
-Evet! Düşmüştü ve ona yardım ediyordum.
-Peki bu video neyin nesi?
-Bilmiyorum efendim.
-Çık dışarı Hikmet. Artık sabahları bunca zahmete katlanmana gerek yok.

Hikmet iki büklüm bir şekilde dışarı çıktı. Böyle iyi bir iş daha bulması imkansızdı. Eve gitti. Kendine çeki düzen verip salondaki bir koltuğa uzandı. Birkaç saat uyudu. Uyandığında vakit öğleni geçmişti. Televizyonu açtı. Yine bir son dakika haberi. "Bugün sabah 10:00 sularında ..... şirketinde yangın çıktı. Büyük çaplı yangında sağ kalan olmadığı belirtildi." Hikmet ağlıyordu. Yanan şirket bu sabah kovulduğu şirketti. Daha kendine gelemeden telefon çaldı. "İyi günler Hikmet Bey. Bu sabah son dakika haberlerinde sizin başarılı çalışmanızı gördük. Araştırmalarımız sonucu numaranıza ulaştık. Biz Pandomim Sanat Merkezi'nden arıyoruz. Alo... Alo... Hikmet Bey?"

20 Ocak 2013 Pazar

Alaycı Kuş'tan Sonra..

Oyunlar bitmiş, Capitol devrilmişti ve Peeta yanımdaydı. Tüm bunlar oldu diye hayatımı mükemmel mi sanıyorsunuz? Prim artık yok, annemi yakın bir zamanda kaybettik ve ben her gün kabuslar görüyorum. Oyunlarla, isyanla ilgili dehşet verici kabuslar.. Tüm o ölen insanları, Rue'yu, hatta Gale'i bile görüyorum. Sahi, o şimdi ne yapıyordur acaba?.. Her neyse.
Bugün her zamanki gibi yatakta Peeta'ya sarılmış bir şekilde uyandım. Benim uyandığımı görünce gülümsedi. Bense ona daha sıkı sarıldım. Bunu hep yapıyordum çünkü onu hep elimden yine alacaklarmış gibi hissediyordum. Onu ve geri kalan tüm sevdiklerimi.. Düğün Çiçeği'ni bile fırsat buldukça okşamaya başlamıştım. Bana Prim'i hatırlatıyordu ve bu berbat bir şeydi ama Prim hala benimleymiş gibi hissettiren tek şey bu yaşlı çirkin kediydi. Peeta'nın yüzüne baktım. Kıpkırmızı olmuştu. Sarılırken fazla sıkmış olmalıydım. Gülerek "Affedersin." dedim. O da "Sorun değil, tatlım." dedi. 'Tatlım' kelimesini beni gıcık etmek için söylediğini biliyordum. Bu, 74. Açlık Oyunları'ndan kalan bir şeydi. Tanrım, aradan ne kadar zaman geçmişti! 10 yıl mı? Hatırlamıyordum..
O sırada kapı çaldı. Babamdan miras kalan ceketi üzerime geçirdim ve kapıya koştum. Kapıyı açtığımda karşılaştığım tanıdık yüz, başımın dönmesine yetip, artmıştı bile..
Şaşkınlıktan kekeleyerek konuştum. "G...Gale?"
Gale ise gayet sakin ve neşeliydi. "Merhaba Katniss. İçeri almayacak mısın?"
Kapının önünden çekildim. Gale'in arkasından çok güzel ve şık bir bayan da içeri girdi. Kadına bön bön baktığımı gören Gale, "A, o mu?" dedi, "O benim eşim, Clarisse."
O an beynimden vurulmuşa döndüm. Aramızda olan onca şey, Prim'in ölümü ve birbirimizin yüzünü bile görmeden geçen 10 yıl.. Şimdi de Clarisse mi?! Clarisse mi?!! İkisini birden pataklamak istiyordum. Okum neredeydi?
"Hiç değişmemişsin Catnip." dedi Gale gülerek.
O sırada çocuklarım içeri daldılar. "Bunlar da kim, anne?"
"Clarisse ve eşi." dedim dişlerimi sıkarak.
Gale'in yüzü değişti. Bu beklenmedik öfkem onu da şaşırtmış olmalıydı. Neden bu kadar tepki verdiğimi ben de bilmiyordum. Gale'in başkalarıyla beraber olabileceği gerçeğini uzun zaman önce kabullenmiştim. Peeta ile evliydim ve iki çocuğum vardı. Neyin peşindeydim?
Peeta da içeri girdi. "Aman Tanrım! Gale? Uzun zaman oldu."
Peeta'yı görünce kendime geldim. Büyük aptallık ettiğimi anladım ve Gale konusunu tamamen kapattım.
İzin isteyip mutfağa gittim. Misafirlerime sincap pişirecektim. Ve evet, hala ormana gidip sincap avlıyordum. Alışkanlık işte. Biraz da özlem..

Yemek yedikten sonra biraz sohbet ettik. Gale büyük inşaatlar yaptığını söyledi. Tuzaklar kuran biri için sanırım en uygun işi bulmuştu. Clarisse için bir inşaat yaparken tanışmışlar. Bunları anlatırken gözlerinin içi gülüyordu. Sanırım eşini çok seviyordu. Onu böyle görünce ister istemez mutlu oldum. Sonra Clarisse'e döndüm. Gale'e benziyordu. Güçlü, hırslı ve sevecen.
Sanırım fazla süzmüş olacağım ki Clarisse birden, "Bir sorun mu var?" dedi biraz çekingen bir tavırla. Onun sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım ve "Hı? Yok. Hayır hayır. Ben.. Şey." gibi bir şeyler dedim. Peeta da aniden yeni açtığımız fırından bahsetmeyi kesti. Ben de duruma bir çözüm bulup "Ormanda yürüyüş yapmaya ne dersiniz?" diye sordum. Hep bir ağızdan onayladılar. Sonra kendimizi dışarıda bulduk.

Peeta'nın elinden tutmuş, yürüyordum. Gale biraz önden gidiyordu. Çocuklar da Clarisse'in peşindeydi. Gale aniden bağırdı, "Hey, Catnip! Şuraya bak." Parmağının işaret ettiği yöne baktım. Birkaç ağaç yanıyordu. Hemen oraya koştuk. Şansımız vardı ki yangın, su kaynağına yakındı. El birliği ile söndürdük. Çok kayıp yoktu. Sadece bir-iki ağaç yanmıştı. Ama yangının sıcaklık gibi doğal etkenlerden kaynaklanması imkansızdı. Biraz etrafa bakındım. Toprağa gömülmeye çalışılmış gibi görünen bir çakmak vardı. Çakmağı elime aldım ve biraz göz attım. Üstündeki sembole bakınca ise bayılacak gibi oldum. Elimdekini hemen yere attım. Peeta neler olduğunu sordu. Bense yere çökmekle yetindim. Durumumun iyi olmadığını gördü ve yanıma geldi. Gale ve Clarisse de gelmişti. Peeta çakmağı eline aldı. Onun da yüzünün bembeyaz olduğunu gördüm. Sembolü diğerlerine gösterdi ve "Umarım sadece bir tesadüftür." dedi.
Gözlerim karardı. Doğru düşünemiyordum. En kötü kabuslarımın kaynağı Capitol'ün sembolüne bakıyordum. Yıllar sonra.. Burada; Peeta, Gale ve ben.. Üçümüzün buluştuğu yerde.. Capitol yeniden karşımızdaydı. Bu nasıl bir tesadüftü? "Bu bir tesadüf değil." dedim Peeta'ya. O sırada Clarisse başka bir duman gördü. Oraya gittik. Bu sefer daha çok ağaç ve daha çok çakmak vardı. Biri bizimle oyun oynuyordu. Çocuklara eve gitmelerini söyledim. Son olarak bir duman daha gördük. Oraya da gittik. Yine aynı. Daha çok ağaç ve çakmak. Aklıma Rue ile oyunlarda kariyerlere kurduğumuz tuzak geldi. Yoksa sırada.. "Aman Tanrım! Peeta! Derhal eve gitmeliyiz!" Peeta da anlamış olacak ki, "Çocuklar!" dedi.
Bu sefer eve koşmaya başladık. Giderken çocuklara rastlamadık. Eve varmış olmalılardı. Yanık kokusu alıyordum. Giderek endişelenmeye başlamıştım. Hızımı arttırdım.
Eve diğerlerinden önce varmıştım. Yani evden geri kalanlara.. Tahminimde haklı çıkmıştım. Biri bize çok kötü bir oyun oynamıştı. Çocuklar ortada yoktu. Düğün Çiçeği ve etraftaki herkes, her şey de öyle. Bu sefer fena çuvallamıştım. Gözümden birkaç damla yaş süzüldü. Peeta yanıma gelince ona sarılıp ağlamaya başladım. Gale ve Clarisse de gelmişti. Gale'in "Çok üzgünüm, Katniss." dediğini duydum. Bir süre öyle kaldım. Kafam çok karışıktı. Bütün olaylar zincirleme bir şekilde gerçekleşmiş ve beni en hassas yerimden vurmuşlardı. Bağırmak, düşmanlara lanetler okumak istiyordum. Yaptıkları onca şey, öldürdükleri onca insan yetmemiş miydi?
Kendine gel dedim içimdeki zavallıya. Aklıma bir şey gelmişti. Ben bir avcıydım. İz sürebilirdim. Şansım vardı ki, ok ve yayımı ormana giderken yanıma almıştım. Hızla ormana yöneldim. İçimdeki öfke ve nefret yeniden alevlenmişti. Diğerlerinin arkamdan seslenmelerini duymazdan gelerek son dumanı gördüğümüz yere gitmeye başladım. Bunu yapanı bulacaktım. Madem Capitol yandaşları yeniden güçlenmiş olarak karşımızdaydı; o zaman onlar da karşılarında daha güçlü bir Alevler İçindeki Kız bulacaklardı.

Olanlara inanamıyordum. Ölen tüm o insanlar.. Her şey boşuna mıydı? Bunları düşünürken gideceğim yere vardım. Değişen bir şey yoktu. Peeta, Gale ve Clarisse nefes nefese kalmış bir şekilde arkamdaydılar. Bir arama ekibi misali, ipucu bulmak için ayrıldık. Arama ne kadar sürdü bilmiyorum. Ama epey yorulmuştum. Yanık ağaçlar ve çakmaklar dışında hiçbir şey yoktu. Diğerleriyle ayrıldığımız noktadan epey uzaklaşmıştım. Sanırım iz sürme fikri, ortalıkta hiçbir iz olmadığı için işe yaramayacaktı. Geri dönmeye karar verdim.
Peeta'yı görmüştüm. Ona seslendim. Tam yanına giderken sivri bir şeye bastım. Aniden durdum ve eğilip baktığımda bunun bir güle ait büyükçe bir diken olduğunu gördüm. Ama asıl ürkütücü durum bu değildi. Bastığım gül, ormanın ortasında kurdeleyle bağlanmış ve üzerine bir not iliştirilmiş beyaz bir güldü..
Beyaz gül.. Başkan Snow.. Üzerinde bir not.. Her şey yeterince kötü değildi sanki.. Snow pisliğini en son gördüğümde okumu ona doğrultmaktan vazgeçmiş ve Coin'i öldürmüştüm. Sonra öksürük krizine girmişti. Sanırım sonunda ölmüştü. Ama şimdi beyaz gül yeniden karşımda, üzerindeki notla bana bakıyordu. Aniden durup, öylece kaldığımı gören Peeta yanıma geldi. Gülü ona verdim ve notu okudum; "Capitol'ü yenebileceğini sanan isyancılar aniden, sonunda yok olacaklar yeniden."
O an vücudumdaki tüm kanın çekildiğini hissettim. Capitol ve Başkan Snow izindekiler bize apaçık bir şekilde meydan okuyorlardı. Peeta'ya baktım. Sırıtıyordu. Bir an kafayı yediğini sandım. "Kağıdın arkasını çevir." dedi. Sonra gülmeye başladı. Sinir olmuştum. Arkadaki yazıyı okudum. Yüzüm allak bullak olmuş olacak ki, Peeta kahkaha atmaya başladı. "Kaçsan iyi olur." dedim ve çocuklarımla, Gale ve Clarisse'in de Peeta'nın peşinden koştuğunu gördüm. Onları kovalarken okumu çıkardım. Kağıttaki 'Şakalandın!' yazısını okun ucuna takıp; oku, şaka için hazırlanmış stüdyo evin kapısına attım. Sonra yavaşlayıp durdum. Onlara günlerini gösterecektim. Ama ben de gülmeye başladım. Yanıma geldiler. Uzun zamandır bu kadar mutlu olmadığımı düşündüm. O an, hayatımın en güzel anıydı. Sevdiklerimle birlikte, güvendeydim..

Yazarın Notu: Açlık Oyunları olağanüstü fakat bir o kadar da dramatik bir hikaye. Suzanne Collins ile bir anlaşma yaptık ve bu kısa yazının okurları tatmin edeceğini düşündük. Sorunların çözüldüğünü, karakterlerin mutlu olduğunu görmenin biz Tribute'leri ne kadar memnun edeceğini anladık. Hikayeyi beğendiğinizi umar, şansın sonsuza dek sizinle olmasını dilerim..

(Benim için ilginç bir çalışma oldu. Fotoğraf bana aittir. Okuyan herkese teşekkürler <3)